Thursday 28 May 2009

Much Better

Aurora Borealis, yani, kuzey kutbu çevresinde, ışığın düşüş açısına göre gökyüzünü değişik renklere bürüyen kuzey ışıkları...


Aurora Borealis, yani, balkonundan kuzey ışıklarını görmeye çalışan dedesi, gülümseyişini eksiltmeyen bir kendini adamışlıkla ona eşlik eden büyükannesi, şehirden şehre gezerek kendi yol haritasını çıkartan sevgilisi, kendi kaybolmuşluğunu yeni kayboluş biçimleriyle doldurmaya çalışan abisi, ölümünün bir terk ediş biçimi olup olmadığını öğrenmeye cesaret edemediği babası ile doğduğu yerin, birlikte büyüdüğü arkadaşlarının ve bir bulup bir kaybetmek üzere kurulu iş deneyimlerinin uzağına gidemeyen Duncon'ın hikayesi...


Modern toplumculuğun getirdiği, 'geleneksel kültürün tüm öğelerinden temizlenelim' telaşı içerisinde kaybolan aile değerlerine yaptığı vurgu, Aurora Borealis'i özel bir film yapan öğelerden biri. Yazık ki, birey olarak ihtiyaçlarımızı düşünürken, geleneksel yapının getirdiği kuvvetli aile bağlarındaki gevşemenin önüne geçememiş bir nesiliz biz (Tenzih ettiklerim seslerini çıkartmasın, ben bir kısım üstüne alınası/ben dahil grup için konuşuyorum.). Bu modernite sancısı bize kendimizden başkasını pek de düşünecek alan bırakmadı sanki. Hala geleneksel bağlarını korumaya gayret eden bir diğer grup ise bireysel sınırlarını korumakta güçlük çekiyor ve kendilerini öteleme/erteleme mecburiyetinde kalıyor gibi. Ötekinin alanını yok sayma yanılgısına düşmeden bireysel alanını belirleyebilenlere ya da öteki ile girift bir yaşam yaşarken dahi ihtiyaç duyduğunda "orada durun bakalım" diyebilenlere selam olsun...

Filmin tozunu aldığınızda altında gerçek kalıyor. Bir yaz gecesi, komşunun açık kalmış penceresinden şahitlik ettiğiniz yemek sohbeti kadar yalın bir gerçeklik. Sıranızı beklediğiniz bir çiçekçide, tanımadığınız bir adamın, tanımadığınız bir kadına, birkaç gün içinde görevlerini tamamlayıp solmaya başlayacak olan çiçekleri alış sebebini dinleyişiniz kadar gerçek... Dikkatle dinlemezseniz duyamayacağınız bir kendi halinde melodi, yakından bakmazsanız fark edemeyeceğiniz bir güzellik gibi, olduğu gibi ve olabildiği kadar olmakla ilgili bir derdi olmayan bir gerçek...

- Donald Sutherland Ronald Shorter karakterini canlandırma becerisi beni kendisine hayran bıraktı.

- Ruth Shorter'ın gülümseyen güzelliği ile Mrs. My Husband's Medals'ın nemrut huysuzluğunun yüzlerine yansıyışı, ruhları tatmin olmuş insanların yüzleri de huzurdan yayılan bir aydınlıkla parlıyor mu acaba dedirtti.

- Kate'in I don't think there is a guy like you anywhere farkındalığından sonra her nasıl olup da o şehirden ayrılmayı planladığını anlamadım, anlayamam, anlamayacağım. Mekânlar nasıl ve ne biçimde insanlardan önemli hale geliyor, bir kişi bir mekânda bulunmak için, bir insandan daha güçlü bir gerekçeyi nereden buluyor, bilmiyorum. 'Mesele mekân değil, insanın varoluşunu keşif sürecindeki yolculuk ve bu yolculuğun durağanlıkla baltalanmakta olan doğası sebebiyle ihtiyaç duyulan gezgin ruh' martavalını almayayım, mersi. Herhangi bir şey, 'O' dediğiniz insandan önemli hale nasıl gelir, -madım, -mayamam, -mayacağım.

- Kimin hindisinin daha kuru olduğunun, kimin patateslerinin daha lezzetli olduğunun ya da ölmeyi yaşamaya çoktan tercih etmekte olan bir adamın evinin balkonundan kuzey ışıklarını gerçekten görüp göremediğinin mesele olmaya başladığı o saçma sığlık, nerede başlıyor?

- Ruth ve Ronald, birbirlerinin ömürlerine şahitlik etmişlikleriyle, ömürlerinin bir başka dönemecinde duruken; ne düşünüyor, ne hissediyor, nasıl baş ediyor?

- İnsan tam olarak hangi dönüm noktasında ölümü yaşama tercih ediyor?



...ve Duncan, Joshua Jackson, nice to meet you... It was such a pleasure!


Not; Sayın Mamisaphe, pîrimsin vesselâm. Böyle mi film seçilir bacım?!!

7/10

1 comment:

  1. Beraber izlediğim kişi sen olunca seçiliyormuş onu anladım, canım benim.. ;)

    ReplyDelete

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails