Monday 14 March 2011

This is every shade of wrong.

Kiss Kiss Bang Bang benim ilk Robert Downey Jr. filmim. Lakin gayet belli ki, son olmayacak. Filmin başlarında polisten kaçarken içine düştüğü bir deneme çekimi var ki, böyle mi güzel oynuyormuş ama çok da oynamıyormuş gibi oynanır? Neyin oyun, neyin gerçek olduğunun karıştığı bu sahne; neyin gerçek, neyin yalan olduğunun sıklıkla iç içe geçtiği senaryonun bir özeti gibi. Film boyu cevaplarını aldığımı sandığım anda yön değiştiren sorular biriktirdim. Nihayetinde, herhangi bir ayrıntı havada bırakılmadan, harikulade bir şekilde sonlandı hikaye.

Kiss Kiss Bang Bang'in bir başka özelliği, başka filmlerde olacakmış gibi yapılıp seyircinin yüreğini ağzına getirmek için kullanılan ancak absürtlüğünden dolayı asla gerçekleşmeyen olayların burada gerçek olması. Film boyu öyle şaşkınlık verici olaylar birbirini takip etti ki, tümünü bir sonuca bağlayabilmek kendi başına bir başarı.

Oyuncular arasında, Val Kilmer, Michelle Monaghan gibi tanıdık yüzleri görmek keyifliydi. Buradan, Monaghan'a soru formunda olan lakin niyetinde olmayan iltifatımı fırlatmak isterim. O ne güzellik! O...ne güzellik.



Perry: Did your dad love you?

Harry: Only when I dressed up like a beer bottle, how about you?
Perry: Well, he used to beat me in Morse code, so it's possible, but he never said the words



Harry: I peed on the corpse. Can they do, like, an ID from that?
Perry: I'm sorry, you peed on...?
Harry: On the corpse. My question is...
Perry: No, my question. I get to go first. Why in pluperfect hell would you pee on corpse?




7/10

Sunday 21 March 2010

Excuse My French

İzlediğim filmlerden beklentim içinde bulunduğum ruh haline göre değişiyor. Bazen sadece zaman geçirmek, bazen duygulanım kapasitem içinde tsunami deneyimleyebilmek, bazen bir şeyler alabilmek, bazen de sadece gülebilmek umuduyla izliyorum filmleri. Kimi zaman senaryo içindeki tutarlılığın sağlam bir zemine dayandığını görmeye, kimi zaman ise senaryo, tutarlılık...hiçbir şey umursamamaya ihtiyacım oluyor. The Ugly Truth nasıl bir ihtiyacı karşıladı bilmiyorum ama kahkahalarımın filmi takip etmemi zorlaştırması üzerine birkaç kez filmi durdurmak zorunda kaldığım bir gerçek.

Kadın-erkek ilişkilerini konu alan bir film The Ugly Truth.. Ama sadece konu alan... Bir iddia taşımıyor zira. İzleyicisini hipotezlerinin doğruluğunu kanıtlama telaşına sürüklemiyor. Aksine, filmin hikayeyi taşıdığı nokta; hayatın, genel geçer hipotezlerle açıklanamayan bir şey olduğu ve bir gün kendinizi hipotezlerinizle birlikte, hatta onlara rağmen, ağzınızı açık bırakacak bir deneyimin ortasında bulabileceğiniz... Belki de the ugly truth budur. Hiçbir gerçeğin her deneyimi açıklayabilecek yeterlilikte olmadığı ve gerçekleri yalan kılacak yaşantı ithimallerinin tükenmediği...

Kadınların ve erkeklerin ilişkilerine yaptıkları atıflar ve bu atıflar arasındaki farklar karikatürize edilerek işlenmiş filmde. Yan anlamı bereketli esprilerin bolluğu da beni çok güldüren bir diğer unsur. Sağlam yapılmış bir esprinin hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum ve bazen terbiyeden çok nüktedan bir zekaya ihtiyacım oluyor. Dolayısıyla, müstehçen içerikli esprileri rahatsız edici bulmayışım, filmden aldığım tadı katlamış durumda. Ancak şunu da belirtmek gerek ki, bu konularda hassasiyet taşıyan biri için doz aşımına neden olabilecek sıklıkta kullanılmış bu tarz espriler.


Gerard Butler
'ın kadınları-çözmüş-piyasa-adamı tipini canlandırışını da, Katherine Heigl'in karakterinin kadınları-çözdüğünü-sanan-piyasa-adamlarından-korunma-listesi-sahibi-kuralcı-gerginliğini de çok sevdim. En son hep birlikte, ihtişamla çuvallamalarına ise bayıldım.

En nihayetinde; izleyelim, eğlenelim, kadınlar-Venüs'ten-erkekler-Mars'tan-tezine bir daha göz atalım, Alp'leri kaplayan karlardan da beyaz dişleri olan komşuları seyredelim (soyadı winter olan adamdan başka ne beklenir zaten?), zaman akıp gitsin ve geriye kahkahalar kalsın tadında bir film The Ugly Truth. Dönüp bakacak, gülecek, tadı çıkartılacak çok yeri var.

8/10

Not: Terayağı ile vişne reçelinin kusursuz birlikteliği boşuna değil.

Saturday 20 March 2010

The Ugly Truth


"The Ugly Truth", the movie tries to present is, definitely "ugly" but not the "truth".. at least not for the whole male&female population.. Of course, since this is a romantic comedy, one could take the statements made by the characters lightly and not care that much.. but when those statements are spoken loudly as "truth" and repeated throught the movie, it's harder to ignore..

I don't know, may be I was expecting something similar to When Harry Met Sally with witty dialogues and clever jokes about men-women, relationships.. but what we got instead is bad and crude language; and cliché ridden, bad script.. I like watching Katherine Heigl and Gerard Butler on screen but they could not save this movie with what they've got.

I have to be fair... I think my expectations were a bit high and there were some parts which made me laugh.. but they were far and betwen.. so I don't think I will want a repeat viewing or recommend it to others..

Gets 5/10 from me..

Saturday 27 February 2010

New In Town


A forgettable movie.. It's OK to watch once but I doubt I'll watch it again.. The performances were decent; the music was good but the story just didn't capture me..

There is one thing I want to mention though.. It's really trivial and kinda silly but here goes..

I noticed close-ups to Lucy's (Renée Zellweger) shoes in three different scenes and her feet on another scene (scroll down for screen shots).. and I generally don't notice these things.. I wonder if the director has shoe fetish.. or is he trying to tell the viewer (me/us) something with those shots.. Well, if he is, it clearly goes over my head.. because I don't get anything other than "hmmm, nice shoes" or "damn, those are nice legs"..

Yeah.. anyway, here are those shots.. p.s.: I love learning.. So, if a sinema/movie student/scholar wants to clarify whether those shots mean anything, please be our guest.. :)


This one gets a 6/10 from me..

Wednesday 13 January 2010

The red flag was...

Kariyeri çerçevesinde şekillendirdiği hayatı içerisinde katılıp kalmış Lucy'nin, şirketi tarafından iş için gönderildiği kasabada farklı hayatlarla temas ettikten sonra şöyle biraz gevşeyip kendisini de seyirciyi de rahatlatışının hikayesi New in Town.




Seyrederken sıkmayan ancak bittiğinde seyretmesem de olurmuş tadı bırakan bir film ama illa bir şey alayım dersem,
- Lucy'nin harikulade ayakkabı koleksiyonunu,
- Lucy'yi canlandıran Renée Zellweger'ın zırt pırt kilo alıp verebilişine duyduğum haseti,
- Sıcak kasaba hayatının içimi ısıtışını hemencecik buz gibi yapıveren sınırlar arası geçirgenliği,
- Ömrümün bir bölümünde, karlı bir coğrafyada yaşama isteğimin depreşmesini,
- Niye bu Harry Connick Jr. hangi filmi el atsam karşıma çıkıyor bu aralar, sorusunu,
- Bu Renée artık mimik yapamıyor mu ne, diğer sorusunu,
- Birlikten kuvvet doğar önermesinin taze esintisini,

aldım. gitti.

5/10

Tuesday 29 December 2009

Billu Barber





Billu Barber is a Bollywood movie, and v.yaka and I are Bollywood movie enthusiasts. But, why on earth it took us 8 months to watch and review a Bollywood movie; I have no idea!

If it wasn't for SRK who produced and starred in it, I doubt I would have watched this movie.

I am going to write more stuff about what I think about this movie but not now, not today. I am racing against time to be somewhere else. I will delete this paragraph when the time comes and instead, write why SRK ROCKS, why Hollywood has one or two things to learn from Bollywood and why I gave this particular movie 7/10.. ;)

For now.. me goes..

Tuesday 15 December 2009

Marjaani

Bazı adamlar var dünya üzerinde; sadece yürüsünler, dursunlar, baksınlar istiyorum. Shahrukh Khan onlardan biri. Kandırıkçılığın alemi yok, Shahrukh Khan onlardan ilki.



Billu'yu seyretmeye karar vermem zat-ı şahanelerinin teşrifindendir dense isabet olur. Canlandırdığı Sahir Khan karakterinde, kendi hayatından ve yıldızlığından izler görmek, filmlerinin film şeridi gibi gözümüzün önüne serilmesi, filmin ondan bağımsız kimi sahnelerinde duvarda afiş, aynada fotoğraf, tekmil ergen kısmısının saç kesiminde rol model olarak karşımıza çıkması pek keyifli oldu. Bir de Deepika'lı, Priyanka'lı, Kareena'lı, dans lar yok mu, onlar da kadayıf üstü vişne-kaymak efenim. Bu hatun kişilerin hepsinin bu kadar güzel olması hipotezine verdiğim ihtimali düşük, Shahrukh'un yanında duranı güzelleştiren bir ışığı olduğu hipotezine verdiğim ihtimali ise çokbiacayip yüksek tutuyorum. Zira, bakınız;




Efenim, filme gelince; bazı filmler yoruyor beni. Hikayelerini çok üstüme alındığımdan mıdır nedir, bitap bitiriyorum kimi filmleri. Filmin başından sonuna kadar Billu karakterinin başından geçenler benzer bir etki bıraktı üzerimde. Önce kendi çocukları, sonra karısı, sonra bütün köy olmak üzere herkesin Billu'dan beklediği bir şeyler var film boyunca. Elinden gelen bir şey olmadığını söylemekten vazgeçip akışa kapılınca ve sanki kendisinden beklenenleri yerine getirebilecekmiş gibi bir duruşla durunca Billu, ben iyice gerilmeye başladım. Yalanlar ortaya çıktı-çıkacak derken ruhum daraldı.

Billu karakterini Irrfan Khan canlandırıyor. Çaresizliğine boyun eğen dürüstlüğünü ve kendi yalanına inanma isteğini harmanlayıp yansıtma becerisi hayranlık uyandırıcı. Aaja Nachle ve Life in a Metro dışında başka bir performansını izlememiştim Billu'ya kadar. Şimdi ise farklı karakterleri nasıl oynayabileceğini merak etmeye başladım.



Billu'nun eşi Bindiya rolünde Lara Dutta'yı izliyor ve iç geçirmelik duraklarda, insanların boşuna güzellik kraliçesi seçilmediklerini idrak ediyoruz. O ne güzellik, maşallah!


Minik notlar;

- Farah Khan'ı gördüğüm ilk yerde, kendisini omuzlarından tutup sarsmak suretiyle 'Farah, n'oooldu sana, sana n'oooldu?' diye sormak istiyorum. Koreografi böyle mi acemice yapılır? Elinde cânım Shahrukh, Deepika, Priyanka var ve sen böyle mi koreografi yapıyorsun, oyy... Kareena'nın Marjaani'si ile birazcık kurtarıyor filmin dansları... ama birazcık.

- Shahrukh bir daha bol paça pantalon-çan kesim kol kombinasyonunu giyecek olursa, önceden ikaz içerikli bir anons yapılması gerektiği kanaatindeyim. Medet!

- Love Mera Hit Hit'i, ağır yürüyüşlü sahneye girişleri, birkaç pek derin bakışı, birkaç emsal derinliklikte tutuşu ve üç-beş dans figürü dışında; hemen, şimdi, burada unutalım derim.

- Billu Bhayankar, Munnabhai'nin fıkır fıkır, sıcacık şarkılarını hatırlattı bana. Onlar dans etti tozlu sokaklarda, ben gülümsedim. Hayat güzel be...

- You Get Me Rockin'i günümüz amacı-pek-bir-belli kliplerine gönderme yaptığını varsayıyorum. Ondan da 00:19'u aldım, gitti.

- Marjaani'nin ritmi, şarkıda kullanılan figürler, renkler, minikler, jestler, ohh dedirtiyor. Pek sevdim, içim açıldı, aydınlandım. Mavinin bu tonu ve beyaz kardeş ilan edilsinler, ayrılmasınlar.

- Filmin bitişe yakın yaptığı yükselişi çok dozunda ve tatmin edici buldum. Benden filme giden puan;

7/10

Saturday 5 December 2009

don't respect me

Çikolata.
Kanıtlanmış bir faydası yok. Kimi sebze-meyveler için söylediğimiz gibi tüketilmesi insan sağlığı için gerekli, aman şöyle yararlı, böyle iyi geliyor filan diyemiyoruz. Sadece serotonin üretimini tetikleyici işlevi nedeniyle mutlulukla ilişkilendirilmiş ama ilişkilendirilmese ne fayda, çikolata zaten çikolata. Havada, karada, yedi iklim, dört deniz yenir.

17 Again de aynen öyle. Mutlaka seyredin, şöyle bir ders alacaksınız, böyle felsefesi var diyemem. En fazla, 'bir güldüm, bir güldüm... ama ne güldüm. dönüp bir daha güldüm!' diyebilirim. Filmin ana karakteri, lise yıllarını civarın parlak çocuğu olarak ve ihtişamlı bir gelecek vaat ederek geçirmiş olan ancak bugün, hayat elinde pek bir yorulmuş 37 yaşında, iki çocuğu tarafından yok sayılan, eşi tarafından boşanmak üzere olan Mike. Ancak 17 Again, sadece tek karakter üzerinden yürüyen bir hikaye değil. Thomas Lennon tarafından canlandırılan Ned karakteri beni öldürdü mesela. Böyle mi komik olunur be adam! Diyaloglar iyi yazılmış kabul ama bir de o diyaloga can vermek var, sevgili Lennon esirgememiş.


Mike'ın 37 yaş versiyonunu, Friends yıllarından beri gönlümde taht kurmuş olan, o gün bugün, nice kazan kaldırma, nice ayaklanma girişimine bana mısın dememiş, tahtını tacını elinden bırakmamış; üstün karakter, yüce insan, kendiliğinden komik organizma Matthew Perry tarafından canlandırılmış. Daha sık film yapsın istiyorum ben ama olmuyor böyle. Perry'nin oyunculuğunu tarif çabasına girmeyi haddi aşmak bilirim, zira mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?


17 yaşındaki Mike olarak ise, Zac Efron'ı seyrediyoruz ve bence çok iyi yapıyoruz. Aydınlatıyor ekranı bu çocuk. High School Musical 3'te seyrettim ilk kez kendisini (reca edicim 14 yaşında yeğeni olmayanlar yorum yapmasınlar(:) ve güzel dans ediyor velet dedim. Ancak bu filmle anladım ki Efron, beyaz perdedeki güzel bir yüzden ya da kendine yakıştırılmış olan pretty boy imajından çok daha fazlasını taşıyor. Diyaloğu verirken kombine ettiği mimikleri tekrar görebilmek için pek çok sahneyi geri alıp bir kez daha izledim. Olmuş demek istiyorum. Hatta, çok güzel olmuş demek istiyorum.


37 yaş beyni ve 17 yaş bedeniyle tekrar lise günlerine dönen Mike, ailesinin kendisiyle ve dış dünyayla ilişkilerini dışarıdan biri gibi gözlemleme fırsatı elde eder. Ve babaları iken kuramadığı bağı, okul arkadaşları iken kurmayı başarır. Eşiyle koca olarak kuramadığı bağlantıyı, oğlunun arkadaşı olarak kurmayı denediğinde ise olaylar patlak verir. Zamane gençliği diyeceğim (içimde de bir eskiden buralar dutluktu türküsü terennüme başlanacak) efenim, şimdiki gençlerin kendi aralarındaki ilişkilere de pek güzel ışık tutmuş olan filmden bir alıntı yapmak isterim ki, bu diyalogu getiren sahne şöyle gelişmekte; Mike'a asılan ve bunu yaparken kendilerini çocuğun ayaklarına sermekten hiç çekinmeyen pek çok kız vardır ve Mike içindeki babalık dürtüsüyle hepsini karşısına alır. Onlara der ki;


Mike: Okay, okay. Sit down. Just sit down. If you girls don't respect yourselves...then how do you expect anyone else to respect you? Right?
Girls: Don't respect me. No, don't respect me.
A bolder one: You don't even have to remember my name.
Mike: This is some other dad's problem.



Özetle şudur ki, ben çikolatayı dağda, kırda, bayırda yerim, 17 Again'i ne zaman olsa yine izlerim.

8/10

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails